28 Haziran 2008 Cumartesi

Unite For Change

Dün demokratlar için önemli bir gündü. Ön seçimler sonucu Obama'nın galibiyeti kesinleştikten sonra dün Obama ve Clinton ilk defa birlikte kampanya programı düzenledi. İşin manidar yanı bunu New Hampshire'ın "Unity" kasabasında yaparak, birlikteyiz mesajı verdiler.Şurası kesin ki rakibi de olsa Clinton, Obama'nın bir Cumhuriyetçi karşısında galibiyetini ister, rekabet işi o kadar da kötü değil. Demokratların başkan adayının belirlenmesi bu kadar uzayınca bir kutuplaşma oluştu parti içinde. Bunun sonucunda da toplam oyun altına düşmesi, bunun McCain'in öne fırlaması mümkün. Bu durumda yapılacak en mantıklı iş birleşmek, nitekim bunu da yaptılar.Tabii ki bu birleşme arkadaş olduklarından değil yalnızca. Ortak çıkarları var bu işte, bu yüzden de birleşmeleri, ortak çalışmaları, gerekn bir durumdu. Bir kere hala daha Clinton'ın başkan yardımcısı olması muhtemel. Bu bir kenara iki taraf da bu birleşme sonucunda çok önemli şeyler kazanacak, en azından bunlar amaçlanıyor. Clinton'ın kampanya çalışmaları sonucunda ciddi bir borcu oluştu, Obama da Demokratlar'ı bu borcu kapatmaya çağırdı, hatta kendisi de(eşiyle birlikte) Amerikan yasalarına göre iki kişinin bir kampanyaya verebileceği en yüksek meblağı vererek yardımda bulundu. Öte yandan eğer Clinton başkan adayı olsaydı oy kaynağı olarak görülen kadınlar, yaşlılar ve beyaz işçilerin oylarının da Obama'ya yönlenmesi bekleniyor. Yani ortada bir kazan-kazan durumu var. Şu açık ki oyların bölünmemesi ve şu sebeplerden ötürü ikisinin de birbirine son derece ihtiyacı var.

27 Haziran 2008 Cuma

Değişim Illinois'den Başlar

Illinois Senatörü, değişim isteyen Barack Obama ve halis muhlis Illinois çocuğu, Chicago Bulls'ta değişimi gerçekleştirmesi beklenen Derrick Rose

Draft gecesi hatırası...

NBA Draft '08

Republicans vs Democrats #2: Barack Obama

Barack Obama 1961 Honolulu doğumlu bir Afro-American. Bir de arasında Hussein'i var ama Hüseyin değil. Babası Hawaii'ye okumaya gelmiş bir Kenya'lı, annesi ise Kansas'lı bir beyaz. Üniversite'de tanışıyor, evleniyorlar, oğulları oluyor ve o 2 yaşındayken ayrılıyorlar. Bundan sonra Obama annesiyle yaşıyor. Hatta o kadar ki babası doktorasını tamamlayıp Kenya'ya döndükten sonra ölene kadar oğlunu yalnızca bir kez görebiliyor. Küçük Barack(!) 6 yaşındayken annesi bir başka müslüman, bir Endonezyalı'yla evleniyor ve Cakarta'ya gidiyorlar. Obama 10 yaşında Honolulu'ya dönüp liseyi bitirene dek anneanne ve dedesiyle yaşıyor. Daha sonra Obama siyaset bilimi ve hukuk okuyor, avukat oluyor. Daha üniversite yıllarında önemli mevkilerde görev almaya başlıyor. Bunun sonucu olarak "... yapan ilk siyah" ünvanını çeşitli görevlerde alıyor. Illinois Senatörü ve senatonun tek siyahi üyesi.Evet Obama bir Afro-American. Ama ne kadar Afro-American? Fiziken öyle, ancak yaşayış, konuşma, tavır, hareketler bakımından öyle olduğunu söylemek biraz zor. Zaten annesi beyaz olduğu için esasında bir melez. Ama ne olursa olsun, eğer seçilirse ilk siyahi -veya siyahımtırak- başkan olacağı açık. Öte yandan müslüman değil kendisi, özellikle medyamızda sıkça söylendiği gibi. Bir çok kez açıkça vurguladı Protestan olduğunu. "Değişim" diyor. Ama nasıl, ama ne kadar? Bakacağız, göreceğiz... Biography
Full Name: Barack Hussein Obama Jr.
Party: Democratic
Political Office: U.S. Senator from Illinois, elected 2004; member, Illinois State Senate 1997-2004
Business/Professional Experience: Attorney, law firm of Miner Barnhill & Galland (Chicago, IL), 1993-2004
Date of Birth: August 4, 1961
Place of Birth: Honolulu, Hawaii
Education: B.A. Columbia University 1983; J.D. Harvard Law, 1991
Spouse: married Michelle Robinson, 1992
Children: daughter Malia, born 1999; daughter Natasha, born 2001
Religion: United Church of Christ
Home: Chicago, Ill.
Campaign Web Site: barackobama.com

25 Haziran 2008 Çarşamba

Öyro 2008 #2

Ulan Rüştü

Neyse iyiydi, güzeldi. Buna da şükür. Gururluyuz, huzurluyuz, mutluyuz...

Republicans vs Democrats #1: John McCain

John McCain Ağustos 1936 doğumlu. Yaşı itibariyle artık ömrünün son baharına girdiği söylenebilir. Yaşı karşıtları tarafından kötülense de taraftarları tecrübeyi ön plana çıkararak kurtarmaya çalışıyor. Temsilciler Meclisi'nde yer aldıktan sonra 86'dan bu yana Senato'da. Arizona senatörü. 2000'de başkanlığa adaylığını koysa da Bush'a geçilince çekilmişti. Bush iki dönemi tamamlayınca yeniden aday oldu ve bu sefer ezici üstünlükle Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adayı oldu.
McCain'in babası Amerika'da İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin en önemli askerlerinden. Kendisi de babasının yolundan giderek bahriyeli oluyor. Bunun sonrasında da şu anda kendisine seçimlerde büyük koz veren olay gerçekleşiyor ve Vietnam'a gidiyor. Amerikan halkının Vietnam gazilerine olan saygısı göz önünde bulundurulduğunda, hele de McCain'in bir süre esir düştüğünü belirtirsek bunun ne kadar büyük bir avantaj olduğunu bir kez daha anlarız. Bunu ileride daha da açarız ama son olarak belirteyim; McCain Cumhuriyetçilerin en ılımlılarından.
Biography
Full Name: John Sidney McCain III
Party: Republican
Political Office: U.S. Senator from Arizona, elected 1986; reelected 1992, 1998, 2004; U.S. Representative from AZ, 1983-1987Military Service: Pilot, U.S. Navy 1958-1981, retiring as captain; POW in Vietnam, 1967-1973
Date of Birth: August 29, 1936
Place of Birth: Panama Canal Zone
Education: B.S., United States Naval Academy, 1958; grad., the National War College, 1974
Spouse: married (2d) Cindy Hensley, 1980
Children: adopted sons Douglas and Andrew of first wife, Carol (m. 1965; div. 1980); daughter Sidney (with wife Carol), born 1966; daughters Meghan (b. 1984) and Bridget (b. 1991, adopted from Bangladesh 1993); sons John IV (b. 1986) and James (b. 1988)
Religion: Episcopalian
Home: Phoenix, AZ
Campaign Web Site: www.johnmccain.com

Wicker Park

Bazen insan hareketten sıkılır, melankolik bir hal takınır, sakin bir şeyler izlemek ister ya. İşte bu zamanlarda benim için iki şey gidiyor: İşin suyunu çıkarmayan komediler ve romantik filmler. Aslında işin suyunu çıkarmayankomediler de genelde romantik-komediler olduğu için romantik filmler bu zamanlara birebir diyebiliriz. Elini atsan kaliteli-kalitesiz bir romantik komediye çarptığın için asıl aradığım insanın içine işleyen romantik filmler oluyor böyle zamanlarda.İşte bu zamanların birinde karşıma çıktı Wicker Park. Bilmiyorum belki herkes o kadar beğenmez. Ama beni vurdu tek kelimeyle. Fotoğrafçı genç Matthew ile Lisa'nın tesadüflerle başlayan, ancak esrarengiz bir şekilde biten aşklarını -aşkları bitmiyor esasında- 2 yıl sonra, flashbacklerle izliyoruz. Tüm bu süreçte esrarı çözerken bir de üçüncü isimle, Alex'le tanışıyoruz. Belki olayı çözümlemeleri biraz erken oldu bana göre, ama olay örgüsü çok güzel hazırlanmış. Olayı çözmeden önce o kadar güzel düğümlediler ki. Hikayede çok boşluk var, filmde çok eksik var, ama bazı filmler çok etkiler de kötü yanları görülmez ya, aynen öyleydi işte. Oyuncu olarak "kaliteli oyuncudur" diyemediğim bir oyuncu olsa da Josh Hartnett beni şaşırttı, kendisinden gördüğüm en iyi oyunculuğu sergiledi. Karşısında da Diane Kruger olunca bir nevi "perfect couple" oldular desem yanlış olmaz. Alex rolündeki Rose Byrne da ilişkiyi dışarıdan şekillendiren üçüncü kişi rolünde oldukça başarılı.
Bir söz de soundtrack'e. Bu kadar hoş şarkılar olabilir mi, şarkılar bir filmi bu kadar güzelleştirir mi? İzledikten sonra hemen soundtrack albümünü indirdim. Hele ki final sahnesinde arkada çalan "The Scientist" çok hoş gitmiş. İzlenesi bir film, melankolik bir film. Ülkemize 4 yıl gecikmeli gelse de kaçırılmamalı.

24 Haziran 2008 Salı

Donnatella Obama

İki tarafta da başkanlık adaylarının belli olmasıyla artık başkanlık yarışı tam olarak başladı diyebiliriz. Kasım'a kadar daha çok konuşulacak, daha çok yazacak şey çıkacak. İlk olarak Versace'den başlayalım.Malum olduğu üzere kimisi siyasetle az-çok alakalı olduğu için, kimi de prim sağlamak için ünlüler bir şekilde adaylardan birinin yanında yer alır. Bugün de Versace'nin Obama'nın yanında olduğunu gördük. Donnatella Versace, Milano'da yapılan defileyi Barack Obama'ya adamış ve kıyafetleri hazırlarken ondan ilham aldığını söylemiş. Obama'nın rahatlığını kıyafetlerine yansıtmış, bunun sonucunda bol ve rahat kıyafetler oluşturmuş. Bakalım yarış süresince ve seçilirse başkanlığında Obama bol ve rahat olabilecek mi?

Öyro 2008

Çekirgenin sıçrayamayacağı gün de elbet gelecek ancak o gün gelene kadar biz de keyfini sürelim :)

Devrim

Son günlerin en çok konuşulan meselelerinin başında Dengir Mir Mehmet Fırat'ın söyledikleri geliyor. Uzun uzun okursak diyor ki; "Devrimler ülke içinde çok şey değiştirir, bu değişiklikler de bir nevi travma yaratır. Bu yönden bakılırsa cumhuriyetin kurulması ve sonrasında gerçekleştirilenler devrim olduğundan, bunlar toplumda travma yaratmıştır." Manşetlerde belirtilen de şu: "Atatürk devrimleri Türk toplumuna travma yaşatmıştır"



Genel anlamda devrimlerle ilgili söyledikleri doğru. Çünkü bir devrim gerçekleştiğinde, adı üstünde var olan şey devrilir, yeni birşey gelir. Bu değişim de var olana alışmış insanlarda bir şaşkınlığa, belki de travmaya yol açabilir. Buradan hareketle cumhuriyetin kurulması süresinde gerçekleşen devrimin aynı etkiyi yaptığını söylüyor. Zaten Fırat da sonrasında yaptığı basın toplantısında bunu açıklamış.


Ancak ben yine de bu açıklamadan rahatsız olmadım diyemem. Bir kere bu tür konular çok hassas ve sağa sola çekiştirilmeye çok açık. Nitekim öyle de olmuş. Genel konuşmadan bir anlam çıkarılıp manşetlere çıkarılmış. Denilen şey bağlam olarak doğru olsa da yansıtılan anlam çok daha farklı şekilde olmuş. Sanki Fırat direkt "Devrimler kötüydü, travma yaşattı" demiş gibi bir hava oluşturuldu. Ancak esasında bu değer yönünden bir yargılamadansa bir durum tespiti.


Peki neden rahatsız oldum. Rahatsız olmam bu tespitin doğruluğu veya yanlışlığından değil, böyle hassas bir konuda, açıkçası pek de gerek yokken böyle bir açıklama yapılmasından. Bunun içinden farklı anlamlar çıkarılabileceği bilinmesine rağmen, yeterince açıklama yapılmadan bunların söylenmesi. Belki Dengir Mir Mehmet Fırat şu basın toplantısında yaptığı açıklamayı o zaman yapmış olsa ortalık böyle karışmayacak. Şimdi ne oldu? Fırat "Araplara paranı mı kaptıracaksın?" diyen Önder Sav gibi gösterildi medya tarafından.


Böyle hassas zamanlarda bu şekilde açıklamalara çok daha dikkat edilmesi gerekiyor. Açıkçası yıllardır siyasetin içinde olan birinden böyle tehlikeli birşey gelince şaşırmıyor değil insan. Bir açıklama yapılacaksa tam yapılmalı ki yanlış anlaşılmalara yer bırakılmaması azami ölçüde sağlanmalı

22 Haziran 2008 Pazar

Bu "Ses"e Helal Olsun

Yıllardır Türkiye'de varolagelmiş birşey. Artık öyle bir hal almış ki bu olağandışı şeyi kanıksamışız bile. Bu sanki bir devletin tarihinde olabilecek, doğal birşeymiş gibi karşılıyoruz. Nasıl öyle olmasın ki. 60'ta bir tane, 80'de bir başkası. Arada bir muhtıra. Yıllar ilerledikçe yeni akımların, gelişmelerin etkisinde bu olgu da değişiyor. 97'de postmodernini gördük, 2007'de de 70'dekinin "e-"lisiyle tanıştık.

Evet darbeler oldu tarihimizde ve olmaya da devam ediyor. Listelerken bile yoruluyor insan. Silahlı Kuvvetler hala daha İlk ve Ortaçağ'lardaki devlet sistemlerinde yaşıyor olsa gerek ki, o zamanlardaki gibi askerin devleti yönettiğini düşünüyorlar. Ne olursa olsun ülkemizde bir darbe ve askerin devamlı olarak devlet işlerine karışması gerçeği var.

Dün önemli bir gündü. Bu ülkede ilk defa darbeye, darbelere karşı bu kadar ciddi bir hareket oldu. Aslında ilk deyince yanlış anlaşılabilir. Daha önce hiç mi darbeye karşı görüş bildirilmedi? Bildirildi elbet, ancak bu şekilde bir yürüyüş ilk defa gerçekleşti. Yıllar boyu herkesin karşı olduğu bir konuda ilk defa bu kadar büyük bir eylem yapılabilmesi aslında çok acı, aslında çok gecikmiş birşey. Bu da insanımızın darbelerin yıkımından ne kadar korkutulduğunun bir göstergesi

Ancak artık susmak yok, artık darbelere karşı sessiz kalmak yok. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının birleşmesiyle 21 Haziran'da, yılın en aydınlık gününde, bir daha darbeyle kararmayalım diye "Darbeye Karşı 70 Milyon Adım" atıldı.


İşin içinde pek çok örgüt, topluluk vardı. Genç Siviller bir taraftaydı, Mazlumder vardı. Ama öbür yandan ÖDP'liler de vardı, DTP'liler de vardı. Korkmadım değil farklı gruplar olunca problem olur mu diye ama olmadı. Olması gerektiği gibi tüm zıtlıklar unutulup, bu önemli ihtiyaçta birleşildi.

Ve bunun sonunda, en sonunda darbeye karşı ses çıkarılabildi. Bu ülkenin insanları bir daha darbe gerçeğini yaşamasın diye...

20 Haziran 2008 Cuma

13 Haziran 2008 Cuma

Esnek-Katı Anayasalar

Hemen 1. sınıfın 1. dönemine gidelim. Ders IR 101, Hoca İlter Turan. Ne demiş mealen: “Bir katı bir de esnek anayasalar vardır. Esnek anayasalar kısa olur, az maddeden oluşur; katı anayasalar ise uzundur ve çok maddesi vardır. Katı anayasalar, o ülkede siyasetçilere ve hukukçulara pek güvenilmediğini gösterir, çoğu şey ayrıntısıyla anayasada bellidir ki yorum yapma gereği kalmasın”

Bir de bu anayasa türleri için örnek vermişti Hoca. Genel anlamda bakarsak Amerikanya’nın anayasasının esnek, bizim anayasamızın da gayet katı olduğunu söylemişti. Gel gör ki bu katı anayasamıza rağmen hala daha maddeler yorumlanabiliyor, o bir şey diyor, bu bir şey diyor. Bizzat anayasanın mahkemesi anayasada yazanı yorumlayabiliyor, hatta anayasada yazanı çiğneyip geçebiliyor bile ama o başka bir konu.

Demek ki yeterince katı değil anayasamız. İnsanlarımızın yorum kabiliyetinin ne kadar gelişmiş olduğunu göz önünde bulundurmak gerek!




Alkış!



"Bir ay sonra parti kuracağım, 16 milyon oy alacağım"
Tuncay Özkan

Saygıyla önüne kapaklanıyoruz..

11 Haziran 2008 Çarşamba

Hadi Canım Sen de!!

Yıl 1999... Seçimlerden DSP galip çıkıyor, o dönemde mutad olduğu üzere hiçbir parti diğerine bariz üstünlük kuramıyor ve yine koalisyon hükümeti kuruluyor: DSP-MHP-ANAP Hükümeti. E o zamanlar daha 10 yaşındayım ama az çok hatırlıyorum. Hani şu ünlü Merve Kavakçı meselesinin yaşandığı dönem, hani Ecevit'in "Şu kadına haddini bildirin" dediği, o yaşta olmama rağmen bana "Meclis'te böyle denir mi yaaa" dedirten olayların olduğu dönem.


Ama bu dönemde başörtülü vekil(ler) Merve Kavakçı'yla sınırlı değildi. Bir de MHP'de Antalya'dan milletvekili olmuş Nesrin Ünal vardı. Tabi onun durumu bir yönden farklıydı, çünkü o meclise başörtüsüyle gelmemişti. Ne olmuştu? Bu 3'lü hükümetin bir parçası olan, seçimin ikinci partisi konumundaki MHP'den baskı gelmişti, muhtemelen başkan "aç" demişti ve açılmıştı. E öyle olacak tabi değil mi, "yasalar töredir, törelere uyulur"!!!

2008 yılına geldiğimizde, zaten yıllardır çözümlenmesi beklenen konuda ilk girişim MHP'den geldi, "hadi el atalım bu olaya, birleşelim, şu sorunu çözelim" dendi. Ne güzel. Evet güzel çünkü çözülmesi gereken bir konu. Ammaaaaa duralım burada bir dakika. Bu şimdi "kapatalım başları, çözelim problemi" diyen genel başkan, 9 yıl önce "aç" diyenle nasıl aynı olabilir? Böyle temel bir değer yargısı değil 9 yılda, 99 yılda da değişmez. Peki ne oldu da "2. Yüce Başbuğ" böyle yaptı?


Aslında cevap basit. Bahçeli piyonlarını çevresindekilere göre oynuyor. 99'da içinde bulunduğu koalisyonun başörtüsü konusundaki tutumu belliydi, o da ona göre oynadı. Geldik 2008'e.. Veriler ortada, MHP'nin oy kaynakları belli, elindekini de artırmak, destek toplamak istiyor. Çünkü Bahçeli de gayet iyi biliyor, başörtüsü serbestliğinin partiye oy kazandıracağını. Gayet iyi biliyor, buna oynamanın doğru ata oynamak olduğunu. Ortaya bir proje atıyor, aslında idealde güzel proje ama biraz da fazla köşeli proje, yine de ne güzel serbestleşir diyoruz, sonra iktidar projeyi yumuşatıp o köşeleri bombeletince "Vay sen nasıl numaracısın bizi yarı yolda bıraktın" deniyor, ama o yumuşatılmış proje bile dönüyor sağdan, soldan, yukarıdan, aşağıdan. Bu sefer de çıkıyor Başbuğ, "Sen yeterli tepkiyi vermedin, bizim gibi tepki vereceksin, korkak" mealinde sözler söylüyor(Pardon Bahçeli'den bahsediyoruz, "kağıttan okuyor" olacaktı).

Eminim ki parti içinde, parti çevresinde gerçekten yasağın kalkmasını isteyenler vardır. Ama Bahçeli gelip, kendini 100 yıllık başörtüsü savunucusu gibi göstermeye kalkarsa, kendisine 99 hatırlatılır ve eklenir: "Hadi canım sen de!!"

9 Haziran 2008 Pazartesi

Bye Bye Hillary

Dün Clinton çekildi, böylece artık seçim mücadelesi de fiilen başlamış oldu. Clinton-Obama arasındaki mücadele demokratların bugüne kadar yaşadığı en büyük çekişmelerden biri. Genelde ilk eyaletlerdeki önseçimlerden sonra başkan adayı büyük ölçüde belli oluyor olsa da bu sefer son ana kadar devam etti. Açıkçası Obama neredeyse hep önde götürdüğü için alacağı kestirilebiliyordu ancak Clinton sonuna kadar direnmeye çalıştı, hatta bırakmamaya inat etti bile diyebiliriz. İlginç mücadele oldu, Clinton aslında kimi yerde kendini vurdu. Verdiği demeçlerin bazıları kendine döndü, hatta özür dilemek zorunda kaldığı yer de oldu. Seçim yarışında Clinton saldırgan taraftı, Obama karşıladı. Açıkçası Obama saldırılara karşı gayet başarılı bir tutum sergiledi. Clinton'ın saldırgan tavrı ve Obama'nın tutumu, belki de farkın kapanmasını engelledi, Clinton'ın -bir ihtimal olabilecek- galibiyetinin önüne geçti.
Açıkçası Clinton'ın başkan olmaması -en azından aday olamaması- iyi de oldu. Neden? Bir kere her şeyden önce Amerika Birleşik Devletleri gibi demokrasinin merkezi sayılan -veya kendini öyle sayan- bir ülkede son derece antidemokratik bir durum olacaktı. Hillary'nin başkan olması durumunda son 4 başkana bakalım: Baba Bush-Koca Clinton-Oğul Bush-Hillary Clinton. Sanki başkanlık iki ailenin tekelinde ve onlar da sırayla başkan çıkarıyorlar. Hatta birkaç hafta önce Bill Clinton bir röportajda kızları Chelsea'nin de siyasete atılmayı planladığını söyleyince(şurada), gözler Bush'tan bir kontra bekledi. Ama alınan tek haber Bush'un kızının evlenmesi oldu. Her şeyden önce Bush-Clinton-Bush-Clinton düzeni olmayacağı için Hillary'nin kazanamaması bir yönden iyi oldu.

Bunun yanı sıra Hillary'nin demokrat aday olmasını bir türlü isteyemedim. Kadın olduğu için değil, kadın olabilir, kadın başkan ilginç, hoş da olur hatta. Ancak bir başkanın kadın olmasının avantajları, dezavantajları var muhakkak. Avantajları eşitlikle başlayarak sayılabilecek çoğu bilinen konular. O yüzden ayrıntısına girmeyeceğim. Dezavantajları ise biraz kritik noktalarda. Her şeyden önce kadın başkanın olacağı ülke buna hazır mı değil mi, bu önemli. ABD buna hazır olabilir en azından bir kadın başkan olduğu takdirde büyük bir olay yaşanmaz. İkinci büyük dezavantaj ise kadın başkanın duygularına esir olup olamayacağı. Şu bir gerçek ki, istisnalar hariç kadınlar erkeklerden daha duygusal varlıklar. Bu sadece psikolojik bir durum da değil muhakkak, hormonları da bir etken bu durumda. Bu yönden bakınca kadınların duygularının esiri olabilmesi erkeklere göre daha muhtemel. İşte bu mesele potansiyel bir kadın başkan için belki de en büyük dezavantaj. Hele de Amerika gibi sağdan soldan saldırıların sık sık geleceği bir yerde, eğer bir kadın başkan olacaksa bu saldırıları savuşturabilecek seviyede duygularına hakim olabilmeli. Bunu yapabilecek kadınlar elbette ki vardır. Ancak açıkçası ben Clinton'da bunu göremedim. Seçim kampanyası süresince sıkıştığı kimi yerde ağlamış olması da bunun bir işareti aslında. Amerikan Başkanı ağlayamaz mı? Tabii ki ağlayabilir, hatta kadın bir başkan sıkça da ağlayabilir. Ama karalayıcı saldırı geldiğinde değil, daha farklı yerlerde ağlaması lazım. Öyle durumlarda ağlarsa kendi kalesine gol atmış olur bir anlamda. Belki de Hillary'nin başkan olmamasını istememde birincil sebep buydu.

Bir başka sebep de Hillary Clinton başkanlığının bir anlamda "İkinci Bill Clinton başkanlığı" olacak olması. Yani Hillary kukla olacak, Bill yönetecek diye bir şey yok tabii ki ancak her ne kadar Hillary Clinton bizzat birçok iş yapsa da çok büyük bir ihtimalle Bill Clinton perde arkasından pek çok konuda etkin olacaktı. Bill Clinton belki çok kötü bir başkan değildi, sıra dışı biriydi hatta. Perde arkasında rolü olması çok da kötü görülmeyebilir de. Ama bir de şu açıdan bakmak lazım: Dünya'nın kralı olduğunu iddia eden Amerika Birleşik Devletleri'nin bir başkanı var, bir de "asıl" başkanı var. Bu her şeyden önce, neredeyse her zaman imaj kaygısı içinde olan ABD'nin bir anlamda karizmayı çizdirmesi anlamına gelir. En azından ABD tarafından bakarsak bu, çok yıpratıcı bir tablo ortaya koyabilirdi.

Gelelim şimdiye. Bundan sonra ne olacak? Clinton çekilirken demokratlara birleşme çağrısı yaptı. Başkanlık seçimi kısmına başka bir sefere değiniriz ancak bu bir anlamda Clinton'ın uyguladığı iyi bir taktikti. Zira Hillary Clinton'ın başkan yardımcısı olması fikri uzunca bir zamandır sıkça konuşulan bir konu. Clinton da "Maçta olur böyle şeyler, fair-play anlayışı içerisinde maçı sonlandırdık, şimdi dostluk, kardeşlik" diyerek bir anlamda başkan yardımcısı olabilmek için zemin hazırlıyor. Esasında fena da olmayabilir bu. Zira demokratlar da "Rüya Ekip" diye adlandırıyor bu projeyi. Ancak şu aşamada gerçekleşmesi zor gözüküyor. Bu olay daha ilk konuşulmaya başladığı zamanlarda kritik bir yerden veto yedi zaten: Michelle Obama. Nedeni tam olarak bilinmiyor ama yazılıp çizildiğine göre Obama Hanım sevmiyor Clinton'ı ve dolayısıyla da başkan yardımcısı olmasını istemiyor. E eski Türkler anaerkil insanlardı, o yüzden bizde hanım sözü dinlenir! Bu bir yana, zaten Clinton'ın çekildiğini açıklamasından sonra yardımcı adayları daha sık konuşulmaya başlandı. Clinton'ın adı hala daha geçse de en fazla zikredilenlerden değil. Bu yüzden öyle görünüyor ki Clinton başkanlıktan olduğu gibi yardımcılığı da alamayacak.

8 Haziran 2008 Pazar

Başlarken...

Bismillah deyip başlayalım...

Tamamıyle keyfi, kanıtlama amacı gütmeden, kafamdakiler bir yandan da bir yerlerde yazılı olsun diye, günümüz blog kullanımı yaygınlığından özenti bir şekilde düşüncelerimi yazacağım. Tarafsız olmayacağım, çümkü tarafsız değilim. Zira en tarafsız insan da taraflıdır.

Konular çeşitli olabilir ama herşey hakkında da yazmam. Kafama estikçe yazacağım.

Selametle..